Yürü  be Türk Futbolu!

Kim tutar artık seni…diyesim geliyor,  bütün bir nehir şuursuzca akarken denizine.

Kurumlarla kişileri ayıran görüşün  hakim kılındığı, etik kurul raporunun, raporlarının bir çırpıda  sümen altı edildiği, CAS davalarının namusun belgesi sayılıp, bir gecede ( ne olduysa ) keskin bir ‘’ U ‘’ dönüşüyle namustan, hayadan feragat edildiği, PFDK’ nın  futbolla ilintisinin dışında; bir siyasi parti  adının ya da bir müzik topluluğunun kısaltımı (mı ) olduğunun bir birine karıştığı bir ülkede kalkmış  hepimiz , her yerde olması gereken,  fakat hiç kimsede bulunmayan ‘’ adalet ‘’ denen bir hazineyi arayıp duruyoruz aylardır!

Sahi biz neyi kayıp ettik, ki neyi arıyoruz?

Sevgili dostlar,  samanlıkta iğne aramak kadar çetrefilli olan bu Ali Cengiz oyununda, iğneyi bulabilmek için; maharetli bir çift el, ince bir zeka ve keskin bir çift göz bulabiliriz de; ya vicdanlı  bir yüreği  nasıl bulacağız bu samanlıktaki oyunun  finalinde?

Haydi hatta  hepimiz birer  Sherlock Holmes olduk diyelim!

Zannıyı, maktulü, katili, hizmetçiyi, uşağı, azmettireni, azmedileni, şoförü, tanığı elbet  bulabiliriz, ya bunları teslim edipte yargılayacak güvenilir bir adalet mekanizmasını  nasıl ve nerede bulacağız?

Ya da öyle bir mekanizma var da ben mi bilmiyorum!

Çok mu cahil kalmışım ne, sormadan edemeyeceğim(!)

Sahi bu ülkede hukukun üstünlüğü halâ geçerli mi?

Ne acı ki hukuk ve adalet denen iki can damarımız bile bugün; güçlü olanın ve günün konjonktürünün nabzına göre şerbet vermekte!

Demek ki;

Kalın ve bağnaz statüko dedikleri bu olsa gerek!!!
 
Sherlock  Holmes bile romanlardan çıkıp gelse, inanın pes derdi  ‘’ 3 Temmuz ‘’ itibariyle başlayan ve gelişen ve de en nihayetinde ( kerhen ) sonuçlanan o pembe dizileri aratmayan ‘’ futbol dünyası ‘’ coğrafyasındaki  olanlar için.
 
6 Mayıs akşamı Hüseyin Avni Aker’deki dramatik futbol akşamında vuku bulan olayların  baş müsebbiblerini düşünüyorum da, bir kentin, bir camianın kaderiyle oynamanın nasıl bir ince zekâdan geçtiğini şimdi daha iyi anlıyorum.

Kusursuz bir planın işleyişinin  ilk safhasında ki  ilk büyük engel;  büyük ve ateşli Trabzonspor taraftarıydı ve onlara göre Trabzonspor bu sayede  en yumuşak karnından ekarte edilmiş oldu.

Artık gerisi masa başı oyunlar eşliğinde Ankara gözetiminde nakış nakış işlenecekti, öngörülen plan dahlinde.

Oyun içinde oyun diye bir başlık kullandım bilgisayarımın başına oturunca, ki bizi en iyi anlatacak başlığın bu olduğunu düşündüm.

Trabzonspor taraftarının şifresini çözmüşler, dolayısıyla Trabzonspor’un marka değerini düşürüp sıradanlaştırmak ve Türk futbolu için ( aslında kendileri için ) bir tehdit unsuru olmaktan çıkarmanın ince ince planının kusursuz bir şekilde  işleyişine tanık olduk işte o akşam!

Ve böylece bir büyük sinirsel saha harbini kaybetti Trabzonspor!

Oysa şampiyonluk amacı yoktu!

O’nun rakibi Fenerbahçe değil Beşiktaş’tı.

Fakat öyle bir hava yaratıldı ki, Trabzonspor’un bütün sinir katsayılarıyla oynadılar adeta ve işte rakibin o en çok sevdiği oyun sahneye konularak amaca anında ulaşıldı..

Kuralları olan, fakat bu kuralları başkaları tarafından yönetilen bir oyunla Trabzonspor oyuna geldi, getirildi.

Oysa Trabzonspor bu sinir harbine aldırmasaydı, umursamasaydı olup biteni, iki sezon önce rakibine yaşattığı travmayı yeniden yaşatabilirdi.

Çünkü o zaman Trabzonspor’la kimsenin bir alıp veremediği yoktu!

Sevgili dostlar, fotoğraf öyle net ve su öyle berrak ki görmek isteyene.

Yeter ki görmek isteyelim, akıntıya teslim olmadan.

Zordur cevabı olan soruları bilipte, yanıtlayamamak!

Kurumlarla kişiler ayrılırken, ortada duran  suç buharlaşınca kişi ve kurumlarda  buharlaşıp gökyüzüne çıkıp, sonrada aklanıp- paklanıp geri mi inecekler aramıza, hiçbir şey olmamış gibi?

Bende soruyorum(?) şimdi!

Peki suçu olmayan kurumların kaybolan haklarını nasıl telafi edecekler?

Ya onurlarını nasıl iade edecekler o zaman?

Sn. İlhan Ekşioğlu ve Sn.Şekip Mosturoğlu  hak mahrumiyetine çarptırılırken, bunları başkanlarından habersiz mi yapmışlar?

Bu ne yaman çelişkiler yumağı, anlayan varsa beri gelsin sevgili dostlar.

Veyahut Aziz Yıldırım’ın gerçek suçu nedir, boş yere bir insanı yatırmanın izahı ne ola ki?

 Yönetemezsen yönetirler, boşaltırsan doldururlar.

Aykut Kocaman’mış, Yıldırım Demirören’miş, Aziz Yıldırım’mış..

Hepsi boş hepsi  laf-ı güzaf!

Hele Fenerbahçe ile didişmek tam bir komedya, tam bir strateji hatası oldu Trabzonspor’a.

Çünkü  başbakan Sn. Recep Tayyip Erdoğan öyle bir hamle yaptı ki, bir anda Fenerbahçe masum, Trabzonspor bütün günah keçilerinin hamiliğini üstlenmiş oldu.

Kurumlarla kişileri ayrıştıran bu hamleyi  T.F.F başkanı Sn. Yıldırım Demirören’in imzalamama gibi bir lüksünün olmadığını anlamak için ne Trabzonspor başkanı olmaya, ne T.F.F  başkanı olmaya gerek bile yok!

Kulüplerin gerek siyasi, gerek idari, gerek maddi konumlarının her yere uzandığı bir ülkede, Ankara’nın izni olmadan sineklerin bile kanat çırpamayacağını bilmemek için ne olmak lazım acaba?

O nedenle büyük Trabzonspor ve onun  bütün nüvesini oluşturan taraftarı,  tam bir  Ali Cengiz oyunun içerisinde yalnız ve garip bırakılmıştır, bıraktırılmıştır.

Ve en çok bizi üzende, Türk futbol tarihinin ilk futbol kitabını yazan bu  şehrin  bütün bunları ne kadar hak ettiği durumudur.

Asırlık kulüp olmak elbet önemli bir yaftadır hak edenler için, buna bir itirazımız asla olamaz! Fakat futbolun kitabını yazmakta sanırım bu asırlık camialarımızın ağırlığından hafif olmasa gerek.

Belki de daha ağırdır, üstlendiği o rehbersel  misyonu ve geleceği gören vizyonu nedeni ile.

Yaşanan bütün bu kirli sürece rağmen, Trabzonspor’un tırnaklarıyla kazıyarak elde ettiği marka değeri ve kimliğini hiçbir kurum ve kişi asla zedeleyemeyecektir.

Bu ister dahili olsun, ister harici bedhâhlar olsun fark etmez.

Futbolun kitabını yazan şehir elbet bir gün futbolun geleceğinide yeniden kaleme alacaktır.

Yeter ki bu şehir ve bütün dünya Trabzonsporluları futbola inansın,

Yeter ki herkes Trabzonspor’a inanmaya devam etsin..

Bir rüyadan uyanmayı halâ bekleyenler varsa bir toplumda, inanın bizi aydınlık günler bekliyor demektir yarınlarımıza yürürken.
Çünkü rüyası olanların asla '' GÜNEŞ '' i batmaz...


HASAN AKBAŞ