Süper Ligin boyunun kısaldığı, hatta atı alanın Edirne’yi değil de; Üsküdar’ı geçtiği bu tatsız ve tuzsuz ligin bitecek olmasına sanırım en çok ben ve benim gibi düşünenler sevinecek olmalı…
Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu ilan etmesiyle, başta Trabzonspor olmak üzere birçok baş ve başaltı takımları şimdiden gelecek sezonun planlamasını yapmaya başladılar bile…
Öncelikle spor ahlakının bize öğrettiği terbiye gereği kim şampiyon olursa olsun; kendilerini tebrik ediyorum. Nöbetçi bir hoca ile kimilerine göre vasatın altında, kimilerine göre ise futbolun gereklerini yerine getirerek ligin ipini önde göğüslemesini bildiler…
Başkanının içinde bulunduğu malum durum ve durumlardan dolayı en ufak bir sekteye uğramadan bu başarıyı elde eden Fenerbahçe’nin neyi yaparken, rakiplerinin ise neyi yapamadıklarını çok iyi analiz etmeleri gerektiğinden hareketle, özellikle Trabzonspor’un ( malum yaşananlardan dolayı ) son yıllarda gerek saha içi gerek saha dışı olmak üzere hemen her platformda karşı karşıya geldiği Fenerbahçe’nin krizlerden beslenerek yoluna devam etmesini çok iyi analiz etmesi gerektiğini özellikle diliyorum, Trabzonspor kurmaylarından…
Ben dahil bir çok sporseverin anti tepkisini çeken Aziz Yıldırım ve ahalisinin bir konuda hakkını teslim etmem gerektiğine inanıyorum! O da şu ki; Aziz Yıldırım ve kurmayları, başta taraftar olmak üzere bütün öz kaynaklarını inandıkları uğurda mükemmel kullandılar.
Birçok dostumun bu düşüncelerime katıldığı kadar buna tepki gösterdiklerine de şahit oluyorum. Lakin bize sevimsiz gelen bazı hadiseleri yer ve zamanına göre değerlendirmekte, içinde bulunduğumuzun bu sarmalın kendi içinde olan düzenin bizi buna yönlendirdiği de asla göz ardı etmememiz gereken bir realitedir…
Sonuç itibariyle Fenerbahçe 2013-2014 sezonunu şampiyon olarak, üstelik bunu daha ligin bitimine üç hafta kala ilan etmiştir. Lakin bu paye onu sadece Edirne’ye kadar mutlu ederken, Edirne sonrası ise Avrupa vizesine takılması ise futbolumuzun içinde bulunduğu acı gerçeğin ise hala birileri tarafından hasıraltı edilmesi de adalet iklimlerinde kaybolan umutların iyice bataklıklar altında son buldurulması çabasına katkı yapanların düşünmesi gereken bir konu olarak vicdanlarına saplı kalacağından da kimsenin şüphesi olmasın diye tarihe bir dipnot olarak düşmek istiyorum o yüksek hoşgörünüze sığınarak!...
Er ya da geç bir gün hak yerini camiaların olduğu kadar ‘ TÜRK FUTBOLUNUN GELECEĞİNİ KARANLIKLAR ALTINDA İNŞA ETMEK İSTEYENLERE ACI BİR TOKAT GİBİ VURACAĞINDAN ASLA VE ASLA HERKESİN EMİN OLMASINI DİLİYORUM ‘…
İşte bu başından beri anlatma gayreti içinde bulunduğum temel nokta içinde Trabzonspor’un geçmişe takılı kalmasından çok geleceğe daha çok kanalize olması gerektiği gerçeği üzerinde yoğun bir teşrik-i mesai içine an itibariyle girilmesi gerektiğine inanıyorum. Hami Mandıralı ile hükmen yenilmiş sayılan o malum müsabaka dışında başarılı bir grafik çizen Trabzonspor’un geleceğini karanlık düşüncelerden sıyırmak sanırım yönetiminde en çok önem verdiği düşünce ve atılım tasarrufu olsa gerek diye düşünüyor ve hatta umut ediyorum.
Özellikle kangren olmuş birçok hususu yerinde tedavilerle hayata döndüren Hami Mandıralı ile bir an önce geleceğin planlaması yapılmalıdır. İleri uç elamanlarının son haftalardaki bireysel hırs ve becerilerinin altında yatan gerçek Trabzonspor’un gelecekle ilgili en değerli yapı taşı olmalıdır.
İç ve dış çekişmelerin ivedilikle bir tarafa bırakılıp, ortak payda Trabzonspor gerçeğinden hareketle akıllı ve sağlıklı atılımların önü açılmalıdır. Söz konusu Trabzonspor ise zaten gerisi teferruattır düşüncesi esas alınmalı ve şehir geçmişin hırsını unutmadan, ama hep oraya da takılmadan yeni bir enerjiyi harekete geçirmelidir.
Fenerbahçe’nin düşündürdükleri derken, her Trabzonsporlunun kendi içinde bir şeyleri ki özellikle 96’dan itibaren sağduyu ile yeniden düşünce süzgeçlerinden geçirmeleri gerektiğinden dem vurduğumuzu sanırım anlayanlar anladı!
Konunun özü şu aslında ‘ Trabzonspor yıkımlarla göçük altında kalmayan, bilakis her türlü yıkımlardan daha da eli güçlenerek çıkan bir camia olarak, aslında olduğu kimliği yansıtmalıdır ‘…
O yüzden hep diyorum ya; ‘’ Fırtınalar denizlere açılmamıza asla engel olamaz. Çünkü biz okyanusları kucaklamak için fırtınaları sevmişiz ‘’…
Sizce de öyle değil mi?