Geçtiğimiz günlerde daha önce keşfedemediğimden belki "Yaşamın Renkleri" isimli sinema filmini geçte olsa izledim. Film 90’larda geçiyor. Yaşadığı hayattan pek memnun olmayan David ve Jennifer kardeşler 50’lerin siyah beyaz dizisi “Pleasantiville” i seyrederlerken yaşlı bir tamircinin oyunuyla dizinin içine girmeyi başarıyorlar. –Bende bir dönem sürekli her evde takip edilen “Yalan Rüzgârı”, “Zenginlerde Ağlar” dizilerine girmeyi başarsaydım neler yapardım. Bu kadar sığ ve basit yazılmış senaryoya renk getirirdim eminim.-Bu dizinin içindeki insanlar hepsi siyah beyaz iken, iki kardeş kendi renkleri ile dolaşıyorlar. Yıllardır izledikleri bir televizyon dizisinin içinde bir şekilde kendini bulan iki kardeşin başına gelenlerden yola çıkarak ustalıkla işlenmiş bir konu. Siyah beyaz görüntülerin kendilerindeki monotonluğu ve durağanlı keşfetmeleriyle hayatlarında fısıldadıkları sözcüklerin onlara renk vermesi...
Her gün aynı işleri tekrarlarken bir an durup kendinize bakar mısınız? Yemek pişirmek, çamaşırları asmak, işyerinin o bazen insanı boğan ortamında çalışmak, gazeteci çocuğa selam vermek, burgerciden bol patatesli ve mayonezli hamburger sipariş etmek. Aynı konuşmalar, aynı selâmlaşmalar, samimiyetsizlikler sürüp gider. Yazar Mehmet Kuvvet’in samimiyetsizlikler üzerine çok güzel bir hikâyesi vardı. Ters yönden gelen bir aracın altında kalmaktan son anda kurtulmuştu yaz başı. Aracı kullanan otopark görevlisi, ayağı lastiğin altında kalmasına rağmen suçunu kabullenmeyi geçin, bir şeyi olup olmadığını sorma nezaketini bile göstermeyip arabadan inmesini istiyordu Mehmet Bey’in. Bundan yola çıkarak çok güzel bir hikâye kaleme almıştı.- İnsan birden durup bağırmak istiyor bu samimiyetsizliğe, rutinliğe. Alıp başınızı gitmek istersiniz. Şair’in dediği gibi bir köpek bile mani olabilir adım atmanıza.
Filme dönecek olursak yeni renkli halini görüp irkilen anne rolündeki kadının şaşkın yüz ifadesi geliyor gözümün önüne. Diğerlerinden farklı olmaya başlamak ürkütmüştür kadını. O artık sadece mutfakta kek pişiren bir kadın olmak istemiyordur. Önceleri yüzünün renklenmesini kabullenmek istemiyordur. Yüzünü pudralarla eski rengine getirmeyi denemiştir de ve bir gün yeni ve renkli haliyle David’in desteği ile sokağa çıkmaya cesaret ediyor. Diziye giren iki kardeş rollerinden kurtulmayı bırakın, başkalarının hayatlarını değiştirmek için çaba gösteriyorlar.
Uzun sokakta bir akşam vakti eflatunlar içindeki kıyafeti ile yanımızdan geçen ve herkesin dikkatini çeken genç adamın "herkes bana bakıyor." derken ki ruh halini anlayabiliyorum. Eğer sevdiğiniz sarı renkse giymelisiniz. Daha önce yazmıştım hatırlarsanız 'başkaları ne diyecek diye kendimizi öyle sıkıyoruz ki, başkalarına dönüştürüyor zaman bizi’. Aslında başkalarının sizin ne giydiğiniz, ne yaptığınızı çok umursadıklarını sanmıyorum. Belki benim gibi düşünen birileri rahatlatır sizi. 'ne güzel, gayet şık olmuş' dedim. Yıllar bir çırpıda çabucak geçerken tüm pudralardan arındıralım tenimizi, içimizi. Kendi rengimizde düşelim sokaklara.
Vakit bulursanız yakın geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz J.T. Walsh’ın son filmi Yaşamın Renkleri’nin DVD veya VCD’sini edinip, geçtiğimiz yıllarda En iyi Kostüm, En İyi Sanat Yönetimi ve Dekor ve En İyi Dram Müziği dallarında Oscar’a aday olmuş bu filmi izlemenizi öneririm.